[ YAPIM AŞAMASINDA ]
Bir Musevi asıllı Türk müzisyen toplama kamplarında ölüme başkaldırarak müzik yaratmaya devam eden bestecilerin
kayıp notalarını araştırırken çıktığı yolculukta aynı cesareti kendi hayatına uygulayarak
müzik terapisi ile insanları şifalandırmayı ve topluma barış getirmeyi öğrenir.
kayıp notalarını araştırırken çıktığı yolculukta aynı cesareti kendi hayatına uygulayarak
müzik terapisi ile insanları şifalandırmayı ve topluma barış getirmeyi öğrenir.
Tanınmış pianist ve besteci Renan Koen, Balkanlardan göç eden ailesinin hikayelerini dinleyerek İstanbul’da büyüdü. Yıllar sonra Balkanların Yunanistan bölgesinde kalmış olan ailesinin çoğunluğunun 2. Dünya Savaşı sırasında Auschwitz’e gönderildiğini ve orada öldüklerini öğrendi. Musevi Türk olan Renan, böylelikle Nazi soykırımına kurban düşen akrabalarının hikayelerini ve ailesinin geçmişini araştırmaya başladığında, arşivler arasında Theresienstadt toplama kampında tutuklu olan ünlü Musevi müzisyenlerin ilginç direniş hikayeleri ile karşılaştı. Kayıp eserleri bulma ve katledilen besteciler hakkında daha fazla bilgi edinme merakı Renan Koen’i 2009 da başlayıp günümüze kadar gelen ve halen de devam eden bir yolculuğa sürükledi.
Bu süreç içerisinde toplama kampı gibi feci koşullarda bile müzik üretebilen besteciler, Gideon Klein, Pavel Haas, Viktor Ullmann ve Zigmund Schul’un kayıp notalarını Almanyada ki Shot Müzik şirketinde arayıp bulan Renan Koen, o sıralarda Richard Wagner’in müzikolog torunu Dr. Gottfried Wagner ile de tanışıp çalışmalarını karşılaştırmış ve Nisan 2015 te bulduklarını bir Istanbul’da sunan Renan, simdi de kendine Theresienstadt’da 4 bestecinin eserlerinden bir konser vermek ve dünyada barış konserleri serisi gerçekleştirmek gibi yeni hedefler koymuştur. Belgesel Renan Koen’in bu yetenekli bestecilerin insanlığın düştüğü karanlığa boyun eğmeden müzik üreterek direnişlerini ortaya çıkarırken ki yolculuğunu takip edecektir. Renan ile besteciler arasındaki kişisel bağ, kendisinin de müziğin şifalı gücüne ve de barışa önderlik eden bir araç olduğuna inancıdır. Filmde ayrıca kendisinin müzik terapisi ile hastalarını şifalandırdığı görüntülere de yer vereceğiz ve Renan Koen’i Theresienstadt konserine hazırlanırken takip edeceğiz.
Renan’ın bir müzisyen, şifacı ve kadın olarak geçirdiği kişisel yolculuğuna paralel olarak Nazi kamplarında öldürülmüş 4 önemli bestecinin hayat hikayelerini de ekrana yansıtacağız. The Sound of Resilience, gerek Renan’ın kendi mesleği ve izini takip ettiği bestecilerin çabalarını göz önünde tutarak, gerek akademisyenler, müzisyenler ve politikacılar ile yapılacak söyleşilerde, müziğin insanları iyileştirici gücü nedir, ve dünyada barışa nasıl katkısı olabilir gibi soruların cevaplarını bulmaya çalışacaktır. The Sound of Resilience sanat her zaman karanlığı aşan bir güçtür gibi önemli temaları vurgulayacaktır. Belgeselin en son noktası Renan’ın Theresienstadt’da vereceği konseridir ve bu sürece gelene kadar filmde bazen samimi, esprili ve neşeli anlar da olacağı gibi evrensel duygular olan kayıp, üzüntü ve insan ruhunun zaferi temaları da işlenecektir
Bu süreç içerisinde toplama kampı gibi feci koşullarda bile müzik üretebilen besteciler, Gideon Klein, Pavel Haas, Viktor Ullmann ve Zigmund Schul’un kayıp notalarını Almanyada ki Shot Müzik şirketinde arayıp bulan Renan Koen, o sıralarda Richard Wagner’in müzikolog torunu Dr. Gottfried Wagner ile de tanışıp çalışmalarını karşılaştırmış ve Nisan 2015 te bulduklarını bir Istanbul’da sunan Renan, simdi de kendine Theresienstadt’da 4 bestecinin eserlerinden bir konser vermek ve dünyada barış konserleri serisi gerçekleştirmek gibi yeni hedefler koymuştur. Belgesel Renan Koen’in bu yetenekli bestecilerin insanlığın düştüğü karanlığa boyun eğmeden müzik üreterek direnişlerini ortaya çıkarırken ki yolculuğunu takip edecektir. Renan ile besteciler arasındaki kişisel bağ, kendisinin de müziğin şifalı gücüne ve de barışa önderlik eden bir araç olduğuna inancıdır. Filmde ayrıca kendisinin müzik terapisi ile hastalarını şifalandırdığı görüntülere de yer vereceğiz ve Renan Koen’i Theresienstadt konserine hazırlanırken takip edeceğiz.
Renan’ın bir müzisyen, şifacı ve kadın olarak geçirdiği kişisel yolculuğuna paralel olarak Nazi kamplarında öldürülmüş 4 önemli bestecinin hayat hikayelerini de ekrana yansıtacağız. The Sound of Resilience, gerek Renan’ın kendi mesleği ve izini takip ettiği bestecilerin çabalarını göz önünde tutarak, gerek akademisyenler, müzisyenler ve politikacılar ile yapılacak söyleşilerde, müziğin insanları iyileştirici gücü nedir, ve dünyada barışa nasıl katkısı olabilir gibi soruların cevaplarını bulmaya çalışacaktır. The Sound of Resilience sanat her zaman karanlığı aşan bir güçtür gibi önemli temaları vurgulayacaktır. Belgeselin en son noktası Renan’ın Theresienstadt’da vereceği konseridir ve bu sürece gelene kadar filmde bazen samimi, esprili ve neşeli anlar da olacağı gibi evrensel duygular olan kayıp, üzüntü ve insan ruhunun zaferi temaları da işlenecektir
Küçüklüğümden beri çeşitli Holokost’u Anma etkinliklerinde bulundum, bir konuşma sırasında Theresienstadt diye bir yer olduğunu ve burada sanatsal üretime devam edildiğini duyup hemen araştırmalarıma başladım. Araştırmalarımın sonuç vermesi epey uzun sürdü. Bu araştırmamın bir noktasında göçler yoluyla dağılmış olan ailemin Amerika’da yaşayan bir kısmı
ile tanıştım ve öğrendim ki meğer 1900’lerin başında babaannemin çekirdek ailesinin Selanik’te kalan bölümü II.Dünya Savaşında Auschwitz’e gotürülerek öldürülmüşler…
RENAN KOEN
Kendi aile fertlerininde kamplarda katledildiği bilinci ile Theresienstadt toplama kampında tutuklu olan ünlü Musevi müzisyenlerin ilginç direniş hikayelerini ve kayıp eserleri bulma merakı Renan Koen’i 2009 da başlayıp günümüze kadar gelen ve halen de devam eden bir yolculuğa sürükledi.
Bu süreç içerisinde toplama kampı gibi feci koşullarda bile müzik üretebilen besteciler, Gideon Klein, Pavel Haas, Viktor Ullmann ve Zigmund Schul’un kayıp notalarını Almanyada ki Shot Müzik şirketinde arayıp bulan Renan Koen, o sıralarda Richard Wagner’in müzikolog torunu Dr. Gottfried Wagner ile de tanışıp bulduklarını Istanbul’da Zorlu Center da (UYKUDAN ÖNCE –
4 Yaşam Öyküsü) bir konserle sunar. Şimdi de kendine Theresienstadt’da 4 bestecinin eserlerinden bir konser vermek ve dünyada barış konserleri serisi gerçekleştirmek gibi
yeni hedefler koymuştur.
ile tanıştım ve öğrendim ki meğer 1900’lerin başında babaannemin çekirdek ailesinin Selanik’te kalan bölümü II.Dünya Savaşında Auschwitz’e gotürülerek öldürülmüşler…
RENAN KOEN
Kendi aile fertlerininde kamplarda katledildiği bilinci ile Theresienstadt toplama kampında tutuklu olan ünlü Musevi müzisyenlerin ilginç direniş hikayelerini ve kayıp eserleri bulma merakı Renan Koen’i 2009 da başlayıp günümüze kadar gelen ve halen de devam eden bir yolculuğa sürükledi.
Bu süreç içerisinde toplama kampı gibi feci koşullarda bile müzik üretebilen besteciler, Gideon Klein, Pavel Haas, Viktor Ullmann ve Zigmund Schul’un kayıp notalarını Almanyada ki Shot Müzik şirketinde arayıp bulan Renan Koen, o sıralarda Richard Wagner’in müzikolog torunu Dr. Gottfried Wagner ile de tanışıp bulduklarını Istanbul’da Zorlu Center da (UYKUDAN ÖNCE –
4 Yaşam Öyküsü) bir konserle sunar. Şimdi de kendine Theresienstadt’da 4 bestecinin eserlerinden bir konser vermek ve dünyada barış konserleri serisi gerçekleştirmek gibi
yeni hedefler koymuştur.
Bir insan nasıl olurda toplama kampı gibi bir yerde müzik bestelemeye devam edebilir? İçerisinde acı ve ölümün kol gezdiği bir yerde nasıl yaratma gücünü ve cesaretini bulabilir? Renan Koen ile tanışıp bu soruların cevaplarını konuştuğumuzdan beri proje benim ilgimi çekti. Ama ne zaman ki projenin içine daha derinlemesine girdim, o zaman anladım ki bu belgesel Holocaust’ta ölen dört yetenekli bestecinin hayat hikayesinin çok ötesinde bir filmdir. Benim için bu filmin konusu evrensel bazı doğruları aydınlatmalıdır: insanlığımızı nasıl kanıtlarız ve yeryüzünde nasıl bir iz bırakırız.
Renan Koen bana bir dedektif gibi Gideon Klein, Victor Ullman, Pavel Haas ve Zigmund Schul’un eserlerini bulduğunu ve bu bestecilerin bir pozitif direnç gösterisi olarak Theresienstadt toplanma kampında müzik bestelediklerini anlattığı andan itibaren, ben bu filmi bir kadının kendisini ve çevresini şifalandırma yolculuğu olarak gördüm. Holocaust hikayesi filmde ikinci planda olmalıdır, esas hikaye Renan Koen’in bu bestecilerin eserlerini ortaya çıkarmaktaki misyonu olan dünyadaki barış ve insanlar arasındaki uzlaşma amacıdır. Bu film karakter belgeseli stili ve olay örgü ağı çerçevesinde ilerleyecek ve ölmüş bestecilerin hikayelerini anlatırken Renan Koen’in kişisel mücadelesini ve bir şifacı müzisyen olarak gelişmesini de ortaya koyacaktır. Filmin ana dramatik olay örgüsü eserleri ortaya çıkarıp Theresienstadt’da konsere hazırlanışı hızlı, dinamik ve görsel olacaktır.
Bu filmin en zor kısmı, hikayeleri heyecanlı bir anlatışla perdeye aktarmak ve filmin temasını dinamik bir olaylar zinciri ile seyirciye sunmaktır. Konsere hazırlık belgeselin başlangıç, gelişme ve sonuç aşamalarını birbirine bağlayan omurgasıdır. Her ne kadar senaryoyu yazmış olsam bile filmin montaj odasında tekrar yaratılacağını biliyorum ve montaj sürecinde birebir kurgucu ile çalışacağım. Ayrıca ödüllü montaj danışmanlarım Tom Miller ve Duncan McLean’in fikirlerine de güveniyorum ve filme ekibimle birlikte evrensel bir pencereden yaklaşmayı planlıyorum. Uluslararası bir belgesel yönetmeni olarak benim uzmanlık alanım çoklu hikayeleri birbirlerine örerek işlemektir. Bu yüzden de The Sound of Resilience belgeselinin bana sunacağı zorluklar beni heyecanlandırıyor.
Renan Koen bana bir dedektif gibi Gideon Klein, Victor Ullman, Pavel Haas ve Zigmund Schul’un eserlerini bulduğunu ve bu bestecilerin bir pozitif direnç gösterisi olarak Theresienstadt toplanma kampında müzik bestelediklerini anlattığı andan itibaren, ben bu filmi bir kadının kendisini ve çevresini şifalandırma yolculuğu olarak gördüm. Holocaust hikayesi filmde ikinci planda olmalıdır, esas hikaye Renan Koen’in bu bestecilerin eserlerini ortaya çıkarmaktaki misyonu olan dünyadaki barış ve insanlar arasındaki uzlaşma amacıdır. Bu film karakter belgeseli stili ve olay örgü ağı çerçevesinde ilerleyecek ve ölmüş bestecilerin hikayelerini anlatırken Renan Koen’in kişisel mücadelesini ve bir şifacı müzisyen olarak gelişmesini de ortaya koyacaktır. Filmin ana dramatik olay örgüsü eserleri ortaya çıkarıp Theresienstadt’da konsere hazırlanışı hızlı, dinamik ve görsel olacaktır.
Bu filmin en zor kısmı, hikayeleri heyecanlı bir anlatışla perdeye aktarmak ve filmin temasını dinamik bir olaylar zinciri ile seyirciye sunmaktır. Konsere hazırlık belgeselin başlangıç, gelişme ve sonuç aşamalarını birbirine bağlayan omurgasıdır. Her ne kadar senaryoyu yazmış olsam bile filmin montaj odasında tekrar yaratılacağını biliyorum ve montaj sürecinde birebir kurgucu ile çalışacağım. Ayrıca ödüllü montaj danışmanlarım Tom Miller ve Duncan McLean’in fikirlerine de güveniyorum ve filme ekibimle birlikte evrensel bir pencereden yaklaşmayı planlıyorum. Uluslararası bir belgesel yönetmeni olarak benim uzmanlık alanım çoklu hikayeleri birbirlerine örerek işlemektir. Bu yüzden de The Sound of Resilience belgeselinin bana sunacağı zorluklar beni heyecanlandırıyor.
The Sound Of Resilience kolay bir belgesel projesi değildir. Konusu itibariyle ağır bir film olup, prodüksiyon takvimi olarak ta oldukça karmaşıktır. Çoğunluğu İstanbulda geçen filmin bazı bölümlerinin ise Theresienstadt, Auschwitz, Almanya ve Yunanistanda çekilmesi gerekir. Belgesel hem geçmişteki tarihi olayları anlatırken hem de gelecekteki bir konser hazırlığını takip ettiğinden prodüksiyon takvimini değişik zaman dilimlerine bölmemiz gerekecektir. Bütün lojistik ve arşiv araştırma zorluklarına karşın The Sound of Resilience aynı zamanda da evrensel bir belgesel olup 2. Dünya savaşı, Naziler ve müzik konularıyla ilgilenen ve filmi seyretmeye hazır bir seyirci kitlesine de sahiptir. Bu filmin diğer önemli yanı da baş karakterinin bir Türk Musevi kadın müzisyen ve müzik terapisti olmasıdır. Bu durum filme benzersiz bir öğe katarken hem filme şimdiye kadar hiç görülmemiş yeni bir bakış açısı getiriyor.
Yapımcı olarak belgeselin tamamlanmasının bir veya iki yıl alacağını biliyoruz, fakat, konusundan dolayı yabancı yapımcıların ve yatırımcıların da filme ilgi duyacağına inanıyoruz ve yapım süreci içerisinde filmi çekerken de Avrupada ki fonlara da başvuracağız. Su anda toplam 4 haftalık çekim ve uzun sürecek post takvimi ile bütçemiz 400.000 TL dir. Ama, projenin kapsamı genişledikçe ve ilerdi ortaklarımız arttıkça bu rakam yükselebilir. ABD de yatırımcılardan, film fonlarından ve Indiegogo kampanyasından finans bulacağız. New York merkezli Women Make Movies film vakıf şirketi bize ABD deki fonlara başvurularda destek verecektir. Ayrıca yabancı ortakları film ve belgesel marketlerinde bulup, projemize dahil etmeyi planlıyoruz.
Renan Koen’in İstanbulda ki destekçileri ve çevresi sayesinde Türkiye’den de sponsorluk bulmayı planlıyoruz. Ayrıca Binnur Karaevli’nin hem ABD hemde uluslararası işbirliği yaptığı dağıtımcı, yapımcı ve TV kanalları ağını da kullanarak, gerekli finansı bulup, filmi dünyaya pazarlama konunda kendimize güveniyoruz. IKSV bizim açımızdan Türkiye’de ki en prestijli uluslararası platformdur. Uluslararası bakış açısı ile planladığımız projenin ilk destekçisi eğer IKSV olursa, Cannes, Saraybosna, Berlin ve LA de planladığımız hamlelerde bize saygınlık kazandırır.
Yapımcı olarak belgeselin tamamlanmasının bir veya iki yıl alacağını biliyoruz, fakat, konusundan dolayı yabancı yapımcıların ve yatırımcıların da filme ilgi duyacağına inanıyoruz ve yapım süreci içerisinde filmi çekerken de Avrupada ki fonlara da başvuracağız. Su anda toplam 4 haftalık çekim ve uzun sürecek post takvimi ile bütçemiz 400.000 TL dir. Ama, projenin kapsamı genişledikçe ve ilerdi ortaklarımız arttıkça bu rakam yükselebilir. ABD de yatırımcılardan, film fonlarından ve Indiegogo kampanyasından finans bulacağız. New York merkezli Women Make Movies film vakıf şirketi bize ABD deki fonlara başvurularda destek verecektir. Ayrıca yabancı ortakları film ve belgesel marketlerinde bulup, projemize dahil etmeyi planlıyoruz.
Renan Koen’in İstanbulda ki destekçileri ve çevresi sayesinde Türkiye’den de sponsorluk bulmayı planlıyoruz. Ayrıca Binnur Karaevli’nin hem ABD hemde uluslararası işbirliği yaptığı dağıtımcı, yapımcı ve TV kanalları ağını da kullanarak, gerekli finansı bulup, filmi dünyaya pazarlama konunda kendimize güveniyoruz. IKSV bizim açımızdan Türkiye’de ki en prestijli uluslararası platformdur. Uluslararası bakış açısı ile planladığımız projenin ilk destekçisi eğer IKSV olursa, Cannes, Saraybosna, Berlin ve LA de planladığımız hamlelerde bize saygınlık kazandırır.
Her hakkı saklıdır,. Binnur Karaevli © 2016 Designed by Didem Oguz